ÇAYTAŞI DİRENİŞİ


YER: Dersim Hozat Çaytaşı Köyü

TARİH: 6 Aralık 1994

 

 

"DERSİM FAŞİZME MEZAR OLACAK!"

 

94'ün Aralık'ı çatışmalarla başladı Dersim'de. 1 Aralık'ta Devrimci Sol gerillalarının karargahının olduğu bölgenin yakınlarında gerillalar düşmanla yoğun bir çatışma yaşadılar. Çatışma sonraki günlerde de değişik bölgelerde devam etti. Gerillalardan biri bu çatışmalarda ağır yaralandı. Yoldaşları onu çatışma bölgesinden uzaklaştırmayı düşündüler hemen. Buna imkanları vardı.

Yaralı gerilla at sırtında karargaha götürülmek için yola çıkarıldı. Ne var ki, gerilla karargaha götürülürken bir kaza oldu ve attan düştü. Bu düşme sırasında beli sakatlandı.

Yaralı gerillayı, bir de belinden sakatlanmış o durumda ana karargâhta tutamazlardı. Tedavi ettirmek için köye gitmek gerekiyordu. Komutan Kemal Askeri’yle birlikte bir grup gerilla, yoldaşlarını alarak köye indiler.

Çaytaşı, Hozat'a 15 km kadar uzaklıkta bir köydü. Köylere gidişlerinde aralarındaki işbölümüne göre kimi nöbette kalır, kimi evlere dağılırdı... Ancak bu kez gelişlerinin amacı biraz farklıydı. Kemal Askeri komutasındaki grup köyde bir eve gittiler. Takvimler 6 Aralık 1994'ü gösteriyordu. Sabah saatleriydi.

Müfreze, köye girdikten biraz sonra kuşatıldı.

Kuşatmayı ilk önce nöbetçi gördü ve hemen içerideki yoldaşlarına haber verdi. Düşman geceden bölgeye yerleşmiş, sabahın ilk ışıkları ile birlikte de kuşatmayı daraltmaya başlamıştı.

İlk işleri, düşündükleri ilk şey, içeride bulunan ev sahibini sessizce evden çıkarmak oldu. Bu artık onların geleneğiydi. Sonra da kapıdaki nöbetçi yoldaşlarını içeri aldılar.

Direnecek, çatışacak, savaşacaklardı.

Sakindiler. Sırt çantalarındaki belgeleri, dökümanları ve düşmanın eline geçmemesi gereken herşeyi yaktılar.

Öyle bir anda ne yapılabilirdi? Birbirleriyle son kez kucaklaştılar.

Yoldaşları çok da uzakta değildi. Düşüncelerinde, yalnızca onlara, halkımıza, şehitlerimize layık olmak gerektiği vardı. Tartışılacak, konuşulacak tek bir şey vardı; direnmek... ölmek ama yenilmemek... bu son anda düşündükleri tek şey; Bayrağımızı Dersim'in bu köyünde de dalgalandırmaktı. Düşmanın tankına, topuna, uçaklarına, binlerce askerine rağmen onları orada yenmekti...

Çatışılacak, kanlarıyla o toprakları sulayacak, ölümsüzleşeceklerdi. Çevrede bulunan diğer gerilla birlikleri taciz ateşi açarak, yoldaşlarına kuşatmadan çıkacak bir gedik açmaya çalıştılar. Ancak olmadı.

Kuşatmayı yaramayacaklarını anlayınca düşmanın ateşine kurşunları ve sloganlarıyla cevap verdiler.

Düşman yüzlerce askeri, özel timi, silahları ve bombalarıyla o bölgede çember üstüne çember atıyordu. Artık mevzideydiler.

Güne durmuştu gece vay le le vay

Canlar pusuya düşünce

Yırtılıyordu sessizlik le le vay

Gerillanın mermisiyle

Düşman korkuyordu onlardan. Bir avuçtular, hele ki o an onları kuşatan güçle kıyaslandığında askeri açıdan korkunç bir dengesizlik sözkonusuydu, ama onları korkutacak kadar inançlı, cesur, ve atılgandılar. Onlar Halk Kurtuluş Savaşçılarıydılar.

Çatışma başladı. Düşman generali gerillaları onursuzca bir teslimiyete ikna etmek için köy muhtarını göndermek istedi. Ancak gerillaları tanıyan muhtar bu onursuz görevi kabul etmedi.

Eve bombalar düşmeye başladığında Mehmet Ali elinde silahı ateş ederken askerlerin üzerine yürümeye başladı... vurulup düşene kadar üç askeri safdışı bıraktı. 4 Mayıs'ta Ayten ile Serpil'in şehit düştüğü çatışmada kuşatmayı benzer bir hareketiyle önlemişti; askerin önünü yakın mesafeden kesmiş, iki müfrezenin kuşatma tamamlanmadan çekilmesini sağlamıştı.

Düşman ordusunun başında adı hiç unutulmayacak bir katil, Kürdistan celladı Korgeneral Hasan Kundakçı vardı. Yüzlerce gerillanın katledilmesinden, köylerin yakılmasından, katliamlardan sorumlu olan bu katil, Çaytaşı'ndaki bu operasyonu bizzat yönetip, emirler veriyordu.

Çatışma sürüyordu. Kanlarının son damlasına kadar çatışacaklardı. Evden sloganlar, marşlar yükseliyordu. Kemal Askeri belki birkaç dakika sonra şehit düşeceğini bilmesine rağmen köylülere sesleniyor, "Devrimci Halk Kurtuluş Cephesine katılın" diyordu onlara. Devrimci propaganda ateş altında meşruluğu anlatıyordu. Askerlere "Halka karşı savaşmayın, halkın kanını dökmeyin" diyordu.

Milliyet Gazetesi'nden Celalettin Çetin de askerin gölgesinde çatışmayı izleyenler arasındaydı. Tanık olduğu bu çatışmanın o anlarını daha sonra gazetesinde şöyle anlatacakt: "Ama garip olan, komutanı öfkelendiren o ki, her anonstan sonra, içerdekiler koro halinde ıslık çalıyorlardı.",

Şu Dersim'in dağlarını söylüyorlardı hep bir ağızdan.

Şu Dersim’in dağları vay le le vay

Şu Dersim’in dağları vay

Yiğitlerin odağı vay le le vay

Yiğitlerin odağı vay

Erkan da içlerindeydi. Erkan Akçalı.. Bu parçayı en güzel o söylerdi. Şimdi gerillaların hepsinden bir başka güzellik katılıyordu bu türküye... Kemal Askeri'nin, Arapoğlu'nun, Nihat, Ahmet, Murat, Mikail, Mehmet Ali ve Erkan'ın, Kürt ve Türk gerillaların sesi vardı bu türküde. Hüsniye, Gülseren, Şenay erkek yoldaşlarının sesine katmışlardı seslerini... Bu türkü susmazdı da, yenilmezdi de.

Onları teslim alamazlardı. Onları yenemezlerdi. Onlar Mahir'lerin, Cevahir’lerin, Ulaş’ların, Niyazi’lerin, Sabo’ların soyundan geliyordu.

Ve işte... bayrak Çaytaşı'ndaydı şimdi. Gerillanın direnişinde dalgalanıyordu. Gerillalardan biri evin penceresine bayrağı asarak geri çekildi.

Bayrak, Dersim'in Hozat ilçesine bağlı bu ücra köyde dalgalanıyordu şimdi. Bayraklarının altında çarpışmayı sürdürüyorlardı. Sloganları, marşları, pencereyi açıp astıkları bayraklarıyla düşmanı daha orada yenmiştiler. Düşmanın bomba ve kurşunlarına kurşun ve bombalarla cevap verdiler. Çatışma uzadıkça düşman generali çıldırmaya, gerillaların cüreti, kararlılığı karşısında çaresizleşmeye başladı.

Evleri yakılıp yıkılan ve açlığa, hastalıklara terkedilen küçük çocukların gerilla abileri, ablalarıydılar. Evinden alınıp bir tarlada kurşuna dizilen yaşlı köylülerin gözlerindeki hınçtılar...

Çatışma sürerken, düşman subaylarından biri "Korkmayın, devlet sizi affeder" diyor.

Korkmak mı? Kim? Hiç dinmeyen sloganlar, şu pencereden dalgalanan bayrak, "biz korkuyu, ölümü yeneli çok oldu" demiyor mu!

Gazeteci Celalettin Çetin çatışmayı izlemeye devam ediyordu: "Doğrusu şaşırıyorum, şaşırıyoruz. Olacak şey değil bu diyorum. Bile bile ölüme gitmek, ölüme kucak açmak diyorum. Ve bundan sonrasını görmek istemiyorum."

O görmek istemese de sonrası yaşanmaya devam ediyor.

Ölüme kucak açıyorlar. Evet, bile bile...

Son sloganları zafer sloganları oluyor. Ve son kez tüm düşman güçlerinin, çatışmayı uzaktan da olsa izleyen tüm köylülerin duyacağı şekilde haykırıyorlar: Dersim Faşizme Mezar Olacak!

Sloganlarıyla ölümsüzleşiyorlar.

Dersim halkının, tüm milliyetlerden halklarının, Cephe'lilerin onuru, gururu oluyorlar. Onları bağrına basan köylüler, kadınlar, erkekler ve onların gelmesini dört gözle bekleyen çocuklar yas içindeydi. Direnişlerini, çatışmalarını, sloganlarını hep duydular. Büyük bir onurla izlediler ve onlarla birlikte oldular.

Bu öylesine bir direnişti ki, operasyonu yürüten subaylardan bir yüzbaşı, daha sonra köylülere şunları söylecekti: "Düşmanın böylesini görmedim, ben böyle insanlara kurşun sıkmam." Daha sonra köylüler o yüzbaşının oturup ağladığını ve sonra da istifa ettiğini söyleyeceklerdi.

Ölmedi onlar yaşıyor le le vay

Bir türküdür Dersim dağlarında le vay

12’ler savaşıyor

Bir türküdür Dersim dağlarında le vay

Gerillalar savaşıyor.

 

(Yukarıdaki anlatım halk İçin Kurtuluş dergisinin 18.04. 1997 tarihli 26. Sayısında yayınlandı.)

 

Ana Sayfa